IŞİD, Ortadoğu'da ne kadar kalıcı?
Herkesin aklında aynı soru: Nereden çıktı bu IŞİD ve Ortadoğu'daki varlığını kime borçlu? Türkiye'yi ve bölgeyi gelecekte neler bekliyor? İstihbarat örgütlerinin cirit attığı bölgede Türkiye ABD ve AB üçgeninde neler oluyor? İşte cevabı
IŞİD FOTOĞRAFININ GÖRÜNEN BASİT YÜZÜ
Son birkaç aydır siyasal analizler yapılırken en çok sorulan sorular şunlar:
IŞİD kim, arkasında kimler var ve nasıl oluyor da bu denli destek bulup hızlı bir şekilde ilerleyerek pek çok kenti kontrol altına alabiliyor?
Suudi Arabistan ve Katar başta olmak üzere Körfez ülkelerinden IŞİD’e büyük miktarlarda para ve silah aktarıldığı öne sürülüyor.
ABD’nin bu ülkelerde çok önemli askeri üsleri olduğu ve bilhassa gerici diye nitelendirdiği Arap rejimlerini desteklediği biliniyor.
Meselelere yüzeysel bakan biri, bu fotoğraftan şu sonucu çıkarabilir:
Söz konusu ülkeler üzerinde ABD’nin büyük bir siyasal ağırlığı var ve dolayısıyla IŞİD; ABD’nin beslemesidir!
Meselenin bu kadar basit olmadığı, fotoğrafın arkasında başka karmaşık süreç ve ilişkilerin olduğu bir gerçeği gözlerden kaçıyor.
ABD ORTADOĞU’YA KURTARICI DÖNMEK İSTİYOR
IŞİD’in yaptığı bazı şeylerin ABD’nin de işine yaraması, onun ABD’nin kuklası olduğu anlamına gelmiyor.
Ancak açık bir gerçek var ki, IŞİD’in katliamlarla sahneye çıkması ABD’nin hayli işine yarıyor.
Irak savaşıyla meşruiyetini kaybeden ABD emperyalizminin, şimdi önü alınamayan katliamcı IŞİD’i durdurmak amacıyla Ortadoğu’ya “kurtarıcı” olarak dönmek istediğine ve prim yaptığına şahit olunuyor.
IŞİD’İN ÇIKIŞ NOKTASI
Aslında bugünkü karmaşık durumu anlamak için Irak ve Suriye’deki iç savaş sürecine, olayların gelişim çizgisine, aldığı değişik yön ve biçimlere bakmak gerekir.
Hatırlanacağı üzere ABD emperyalizmi 2003’te Irak’ı işgal ettikten sonra Saddam Hüseyin rejimi yıkıldı.
Yeni, özgür ve demokratik bir Irak kurma iddiasında olan ABD, Sünni burjuvazinin egemen olduğu devlet yapısını neredeyse tamamen parçaladı ve Şiilerin egemenliğinde yeni bir devlet mekanizması kuruldu.
ABD’nin işgaliyle birlikte Irak, bugünkü kadar net çizgilerle olmasa da Şiiler, Sünniler ve Kürtler arasında fiilen üçe bölünmüş durumdaydı.
Sünni egemen kesimler, dışlanmalarının da bir sonucu olarak yeni kurulan iktidarın bir parçası olmayı reddederken, özellikle Baas rejimi unsurları ABD’ye karşı bir direniş hareketi örgütlediler.
İrili ufaklı çok sayıda İslamcı örgüt de işgale karşı yürütülen direniş içinde yer aldı. İşte bugünkü IŞİD, o dönem işgale karşı verilen mücadelede yer almış örgütlerin içinden çıktı.
ABD ZULÜM EKTİ ÖRGÜT BİÇTİ
İslamcı örgütlerin taban bulup güçlenmesini sağlayan şey, ABD emperyalizminin Irak halkına, bilhassa da direniş bölgelerindeki Sünni Araplara karşı uyguladığı tarifi mümkün olmayan zulümdü.
ABD askerleri, Felluce’yi yerle bir edip büyük bir katliam gerçekleştirirken, bu katliamda seyreltilmiş uranyum kullanmaktan bile çekinmediler.
İşgal boyunca Irak halkı korkunç bir şekilde aşağılandı, horlandı ve kurşunların hedefi haline geldi.
Milyonlarca insan, adeta bir cehennem çukuruna atılmışçasına kendini değersiz ve umutsuz hissediyordu.
Ebu Garip Cezaevinde ABD askerlerinin Iraklı tutsaklara yaptığı işkenceler ise insanın kanını donduruyordu.
Savaşın yarattığı yıkım, sürüp giden karmaşa, işgalci emperyalist güçlerin aşağılamaları ve giderek büyüyen umutsuzluk doğal olarak kitleleri tepkisel bir çizgiye itmiş ve işgale karşı direniş sergileyen İslamcı örgütler de bu tepkiyi örgütlediler.
Bir demokratik hareketin ve onun öncülüğünde bir direniş hareketinin olmadığı koşullarda, emperyalist savaşın yarattığı cehennem, tam da kendi doğasına uygun olarak, son derece gerici ve akıldışı olana can verdi ve onu büyüttü.
Hiç kuşku yok ki, gerek Afganistan gerekse Irak’taki işgallerden ve devam eden emperyalist katliamlardan sonra İslamcı örgütler daha da radikalleşti, tepkisellikleri onları daha da gericileştirdi ve en akıldışı uygulamalarla kendilerini ifade etmeye başladılar.
İSTİHBARAT SERVİSLERİ PUSLU HAVA SEVER
IŞİD ve benzerleri, çağımızın garabeti ve aynı zamanda emperyalist kapitalist sistemin çürümüşlüğünün bariz görünümlerinden biri.
Başta emperyalist güçler olmak üzere çok sayıda ülkenin istihbarat servislerinin bu tip örgütlerin içine sızmaması ya da bunlarla bir biçimde bazı işler tutmaması imkânsız.
Tüm kapitalist güçler kendi gizli servis elamanlarını bu tip örgütlere yerleştirerek onları manipüle etmek ister.
Geçmişte ABD’nin kendi çıkarları için bu tip örgütleri nasıl örgütlediğini veya bugün Suudi Arabistan, Katar, Körfez ülkeleri ve Türkiye’den bu örgütlere mali kaynak ve silah akıtıldığı iddia ediliyor.
SADECE BİR ÜLKENİN KUKLASI OLMAZLAR
Lakin bu gerçeklik doğrudan doğruya söz konusu örgütleri o ülkelerin kuklası haline getirmiyor.
Gerici içeriğinden bağımsız olarak, radikal İslamcı örgütlerin programları ve hedefleri var ve yüzlerce insan, çıkışsızlığın ve yanılsamanın ama neticede bir şeyler yapma arzusunun sonucu olarak bu örgütlerde savaşmaya gidiyor.
Ancak bu örgütler kapitalist düzenin bir parçası konumunda olan örgütler. Bizzat savaş ve karmaşa ortamının boşluğunda hayat bulan bu örgütler, tuttukları alanlarda kendi “savaş beylikleri”ni kuruyor, düzen içi ama devlet dışı aktörler olarak şekilleniyorlar.
Bu durumları, kendi çıkarları temelinde nüfuz alanlarına ya da savaş bölgelerine müdahale etmek isteyen emperyalist-kapitalist güçlerin de işine geliyor.
Dolayısıyla ABD’den Suudi Arabistan’a, Rusya’dan Türkiye’ye kadar birçok ülke, bu örgütlerle taşeronluk temelinde bir ilişki kurmaktan geri durmadığı çeşitli çevrelerce iddia ediliyor.
SURİYE SAVAŞI VE KİRLİ İLİŞKİLER
İşte bu örgütlerle Suriye iç savaşında da bu şekilde bir ilişki kuruldu.
IŞİD dâhil pek çok İslamcı örgüt, ümmetçi bir motivasyonla da dolarak, emperyalist-kapitalist güçlerin yönlendirmesi ve ön açmasıyla Suriye’ye “kâfir” Esad rejimine karşı savaşmaya gitti.
Suudi Arabistan, Katar, Körfez ülkeleri ve Türkiye zaten bağlantılı oldukları iddia edilen bu örgütlerin önünü açtıkları ve muazzam mali kaynak ve silah aktardıkları öne sürüldü.
İslamcı militanların Suriye’ye geçişi için her türlü kolaylığı sağladıkları savunuluyor.
Esad rejiminin düşmesini isteyen Batılı emperyalist güçler de bu desteğe göz yumdu.
İSLAMCI MİLİTANLAR SURİYE’YE AKTI
Daha önce Afganistan’da, Balkanlar’da, Çeçenistan’da savaşmış, İslamcı militanlar da Suriye’ye aktılar.
IŞİD, El Nusra ve diğer radikal İslamcı örgütler Suriye iç savaşıyla birlikte hem büyüdüler hem de savaş koşullarından dolayı giderek daha fazla gericileşip vahşet saçmaya başladılar.
Savaşın ve emperyalist-kapitalist güçlerin palazlandırdığı bu örgütler, ele geçirdikleri topraklar üzerinde kendi emirliklerini ilan etmeye ve hatta bu temelde kendi aralarında savaşmaya da giriştiler.
IŞİD: PETROLÜME DOKUNMAYAN ESAD YAŞASIN
Zaten Irak’ın Suriye sınırındaki bazı toprakları kontrol eden IŞİD, Suriye’de de önemli bölgeleri kontrol etmeye başladı.
Bu bölgelerin bir kısmından petrol çıkarıldığını ve bunun satışından önemli bir gelir elde edildiğini de vurgulamak lazım.
Irak kökenli olması nedeniyle IŞİD, bilhassa yurtdışından gelen militanların ağırlıkta olduğu El-Kaide/El-Nusra gibi örgütlerden farklı ve bu farklılık kendini somutta da dışa vuruyor.
IŞİD’in elindeki petrolü satın almasından ve onun kontrol ettiği bölgelere bulaşmamasından ötürü IŞİD’i Esad rejiminin desteklediği de dile getiriliyor.
Aslında bu da pekâlâ mümkündür. Neticede her ülke, IŞİD benzeri güçleri kendi çıkarları için kullanmaktan geri durmuyor.
Unutmamalı ki, kapitalist düzende ve özellikle savaş bataklığına dönüşmüş Ortadoğu’da burjuva güçler, aynı anda birbiriyle iş tutup ama aynı zamanda müttefik saydıklarının ayağına kurşun sıkmaktan geri durmuyorlar.
Nitekim Esad tarafından desteklendiği söylenen IŞİD’in yüzlerce rejim askerini kurşuna dizmesi bu gerçekliği gözler önüne seriyor.
Egemen güçlerin taşeronu haline gelen söz konusu örgütlerin de kendi ölçeklerinde ve işlerine geldiği sürece, iş tuttukları ülkeleri kullandıklarını bir kenara atmamak lazım.
IŞİD’E GÜÇ KATAN IRAK VE SADDAMIN ASKERLERİ OLDU
Irak kökenli IŞİD’in önemli bir güç haline gelmesi, hiç kuşku yok ki başka ittifak arayışlarını da beraberinde getirdi.
Nitekim Irak’taki Sünni egemen güçlerin önemli bir bölümünün ve Saddam’ın eski generallerinin IŞİD ile ittifak yapması da bu gerçekliğin ifadesi.
Irak’ta yüzde 18 nüfusu temsil eden ve son 11 yıldır Şiilerin egemenliğindeki devletin baskısı altında olan Sünniler, 2011’den itibaren kendi federal bölgelerini ilan etmeye hazırlanıyorlardı.
Ne var ki bunun IŞİD ile bir ittifak temelinde hayata geçirilmek istenmesi, Sünni egemen güçler arasında bazı kırılmaların ve saf değiştirmelerin olabileceğine, böylece bir kısmının IŞİD ile ittifak yaparak ön aldığına işaret ediyor.
SÜNNİ EGEMENLER IŞİD’İ HALK DEVRİMİ GÖRDÜ
Musul’un IŞİD’in eline geçmesinden hemen sonra, meselâ Türkiye’de siyasi sürgün olan Tarık Haşimi gibi Sünni egemenler, olup biteni bir “Sünni halk devrimi” olarak selamlamaktan geri durmadı.
Ancak öyle gözüküyor ki bir ittifak temelinde Musul’u ele geçiren IŞİD, müttefiklerinin siyasi planlarını pek de dikkate almadan, tez zamanda İslam Devleti ve Halifelik ilan etti.
Hiç kuşkusuz IŞİD’le birlikte yeni bir boyut kazanan Ortadoğu’daki savaş, AK Parti’nin dış politikada ne denli sıkıştığını bir kez daha gözler önüne serdi.
TÜRKİYE POLİTİKASI HEDEFE KONDU
Osmanlı hülyalarıyla Ortadoğu’da nüfuz sahibi olmayı arzulayan AK Parti, Esad rejiminin çökmemesi ve Mısır’da İhvan’ın iktidardan devrilmesiyle zaten büyük bir sıkışıklığın içine düşmüştü.
Şimdilerde, IŞİD’in akıl almaz bir vahşet eşliğinde ilerlemesi ve ele geçirdiği topraklarla dengeleri değiştirmesi AK Parti’yi yeni bir çıkmazla karşı karşıya getirdi.
Zira Türkiye’nin IŞİD ve El-Nusra dâhil radikal İslamcı örgütleri desteklediği, muazzam para ve silah aktardığı, bu örgütlere katılmak üzere gelen militanları kendi sınırından geçirdiği, içeride ise kimi yardım derneklerinin militan topladığı çok güçlü olarak uluslararası arenada dillendiriliyor.
Bilhassa İslamcı örgütlerin Suriye’de büyümesi ve hatta Batılı emperyalist güçlerin desteklediği muhalefeti bastırmaya girişmesinden sonra, ABD ve Avrupa ülkeleri İslamcı örgütlere gideceği kaygısıyla yardımları kesmiş ve Türkiye’nin politikasını da hedefe koymuşlardı.
AB VE ABD, IŞİD TEHDİDİ YÜZENDEN TÜRKİYE’Yİ SUÇLUYOR
IŞİD’in sahneye çıkıp Kürt bölgesi başta olmak üzere her tarafa saldırması ve dengeleri değiştirmesi, kendi çıkarlarının tehlikede olduğunu gören ABD ve Avrupalı emperyalistleri harekete geçirdi ve AK Parti yoğun bir şekilde eleştirilerin hedefi haline geldi.
Son dönemde gerek ABD gerekse İngiltere’nin en önemli ve emperyalist mahfillerle içli dışlı gazeteleri AK Parti’nin IŞİD’i desteklediğini dile getirerek onu topa tutuyorlar.
Yardımların ve militanların hangi yollarla gönderildiği ayrıntılarıyla işlenirken, AK Parti’nin Sünni eksenli mezhepçi olduğu iddia edilen politikası da teşhir ediliyor.
ABD İRAN’LA BU YÜZDEN ANLAŞTI
Değişen çıkarlarından dolayı ABD, şimdilik Irak’ın bölünmesine, dolayısıyla Sünnilerin ve Kürtlerin ayrılmasına, Şiilerin ise baskıcı politikalarla bu yolda onlara çanak tutmasına karşı çıkıyor.
Bu nedenle Irak’ta tüm kesimleri kapsayan bir hükümet kurulmasından yana tutum aldı ve bu noktada İran ile birlikte hareket etti.
Keza, IŞİD’in saldırısı altında olan Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne yardım noktasında da ABD ve İran yan yana düştü.
Zira ABD, nüfuzu altındaki Kürt bölgesini kaybetmek istemezken, molla rejimi ise Şiileri hedef alan ve dengeleri değiştirerek İran’ın Irak’taki çıkarlarına darbe vuran IŞİD’in karşısında yer alıyor.
Nitekim ABD hava desteğiyle IŞİD’i vururken, Kürdistan yönetimine açıktan silah yardımı yaptığını duyuran ilk ülke İran oldu.
Ortadoğu’nun lideri olmaya soyunan AK PARTİ yönetimindeki Türkiye, tüm bu süreçte pek ortalarda gözükmedi ve daha da önemlisi dikkate alınmadı.
En önemlisi de ABD, radikal İslamcı örgütlere yardımları kesmesi, militanların geçişlerini engellemesi ve IŞİD’e karşı kurulacak savaş koalisyonuna katılması için AK Parti’ye baskı yapıyor.
TÜRKİYE “BEKLE-GÖR” KONUMUNA GEÇTİ
AK PARTİ ise şu an için beklemeyi seçmiş gözüküyor. Tüm gelişmeler, boyundan büyük heveslere kapılan ve saldırgan bir emperyalist politika izleyen AK Parti’nin çıkışsızlığına işaret ediyor.
Ancak Erdoğan ve Davutoğlu’nun AK Parti’nin tepesinde yaşanan değişim sürecinde yaptıkları konuşmalarda ortaya koydukları emperyalist perspektif, Türkiye’nin önümüzdeki dönemde de fazlasıyla heveskâr ve maceracı emperyalist politikaya devam edeceğini gösteriyor.
Tarih tekerrür etmez, ama birçok açıdan benzeri durumlar yaratır.
(Eylem Okumuş)
(DOSYA HABER ÖZEL)