Yargı organlarının siyasi ve sosyal alanı şekillendiren kararları çoktur. Bu yanı ile tartışılan, kimilerince övülen kimilerince dövülen organların hukuk normlarına uygun kararlar verip vermediği önemli polemik konularındandır.
Tabii mahkemeler bir yana normların da bireylerin mi yoksa devletin mi menfaatlerini koruyup kolladığı sorusu epeydir tartışılmaktadır. Bu anlamda teorik olarak doğal hukukun mer’i hukukta payının, rolünün ne olduğu temel suallerdendir.
Doğal hukuk dilenendir, ideal olandır. Mer’i hukuk ise uygulanandır, yürürlükte olandır. Doğal hukuka göre tabiatta bir hukuk vardır. Elbette bu hukuk, yapıntı değildir ve aranarak bulunmaktadır. Bu hukuk hayatın her alanına yön vermektedir, her normun temelindedir.
Stoacılar tarafından ele alınan, Marcus Tullius Cicero ve Aquinolu Thomas gibi Antik dönemin önde gelen isimleri tarafından Hobbes, Locke, Rousseau gibi fikir adamlarına emanet edilen doğal hukuk ilahi aklın ürünüdür. Tabii muhalif olup doğal hukuku bireyin tabiatı veya huyu ile irtibatlandıranlar da yok değildir.
Ama muhakkak ki bu hukuk, tüm toplumlar için geçerli olup doğal haklar ihtiva etmektedir. Doğal haklar yaşamı, özgürlüğü ve mutluluğu esas almaktadır.
Mer’i hukuk ise –modern hali– ile doğal hukuka yaraşır olma, doğal haklara yakın haklar koymayı hedeflemektedir. Bu çerçevede önemli örnekler ortadadır, ABD ve kimi Avrupa ülkeleri gibi. Burada Türkiye adına da umulan doğal hukuka dayanmaktır.
Onun için Türkiye mutlaka ve mutlaka siyasi veya sosyal atılımını, mali başarılarını bir hukuk reformu ile tamamlamalıdır. Hukuk reformu ile yargı organları mağdurların yanında ve ardında durmalıdır. Reform ile temel haklar korunmalıdır.
Reform ile bireyler devlete karşı emniyete alınmalıdır. Reform ile din, vicdan, ifade özgürlüğünün yanında siyasi, sosyal haklar doğal hukuka ve doğal haklara yakın kılınmalıdır.
Hali ile hukuk reformunun yargı ile ilgili, mahkemeler ile ilgili yönü mühimdir. Bir kere mutlaka ve mutlaka reform ile devamlı ertelenen, bir türlü görülemeyen davaların önü alınmalıdır. Reform ile yargı organlarının denetimi, şeffaflığı ve açıklığı temin edilmelidir.
Kuşku yok hukuk reformu, yargı bağımsızlığı derdine deva olmalıdır. Çünkü sosyal grupların da, siyasilerin de en çok şikâyet ettiği konuların başında yargı bağımsızlığı gelmektedir. Bu ilkeyi mahkeme üyelerine dışarıdan müdahale edilemeyişi, emir verilemeyişi karşılamaktadır.
Bir davada karar alıcının, birinin –siyasi olur veya şirket olur– talimatlarına kulak verme ya da birinin –yakın olur, akraba olur– telkinlerine uyma eğilimi önemli bir sorundur. Muhakkak sorun, hukuka ve mahkemelere güvene darbe vurmaktadır. Sorunun önünün etik ilkeler ile, ahlaki öneriler ile de alınamadığı aşikardır.
Yargı tarafsızlığı da yakınılan konuların başındadır. Bu ilkeyi, mahkeme üyelerinin davalı ve davacı taraflara karşı objektif veya nesnel tavrı ifade etmektedir. Yargının tarafsızlığı, bağımsızlığı ile yakın irtibatlıdır.
Bağımsızlığı tarafsızlığın varlığı değerli kılmaktadır. Maalesef mahkeme üyelerinin tarafsız davranmamaları hak ihlallerine neden olmaktadır, yeni mağdurlar üretmektedir. Böyle bir ortamda mahkemelere müracaat eğilimi gerilemektedir ve yargıya umut bağlanmamaktadır.
Türkiye‘nin hukuki manada belki de en önemli derdi yargı bağımsızlığı ve yargı tarafsızlığıdır. Bu çerçevede yakın siyasi tarihten örnekler vermek mümkündür.
28 Şubat döneminde fikirlerinden ötürü idama mahkûm edilen Salih Mirzabeyoğlu ve 14 yaşında zindana atılan Yakup Köse ile okuduğu şiirden ötürü hüküm giyen Recep Tayyip Erdoğan akla gelen ilk örneklerdendir.
Yine bir ara iktidara talip olan RP ve ardılı FP’nin yöneticilerinin beyanlarına dayanılarak kapatılması halen belleklerdedir. 28 Şubat döneminde hukuksuz şekilde memuriyetten ve okullarından atılanları da unutmak mümkün değildir.
Hukuk normları, yargı kararları siyasi ortam ile yakından ilgilidir. Fırtınalı ortamlarda mahkemelerde siyasi, yanlı kararlar alındığı görülmektedir. AK Parti iktidarı ile fırtınanın bir miktar dindiği ama suların durulmadığı bilinmektedir.
Burada ağırlıklı olarak kararları ile tartışılan kurum ise Anayasa Mahkemesi’dir. 367 bunalımında mahkemenin hukuki değil de siyasi karar verdiği, darbecilerden yana tavır aldığı hatırlardadır.
Yine 411 vekil tarafından kılık kıyafet özgürlüğü adına yenilenen anayasa maddelerini usulden ele alması gerekirken esasa giren; gazete gipürlerinin kanıt olarak ortaya konduğu kapatma davasında AK Parti aleyhine karar veren Anayasa Mahkemesi’nin hudutlarını aştığını anlamamak elde değildir. İlaveten bireysel başvuru hakkının söz konusu mahkeme tarafından yanlış yorumlandığı açıktır.
Bu haktan faydalanma şarta bağlıdır. Şart, hakkı ihlal edilen başvurucunun sorunun halli için kendine tanınan bütün imkânlardan yararlanması, bütün mercilere müracaat etmesidir. İşte böyle sarih bir maddeye rağmen Anayasa Mahkemesi’nin yeniden hududunu aştığı görülmektedir.
Yer yer tartışmalı kararlar veren, MİT tırlarının durdurulma ve aranma görüntülerini yayınlayıp vatana ihanetten yargılanan Can Dündar ile Erdem Gül’ün tahliyelerini talep eden bu mahkemeye karşı güven giderek erimektedir.
Çünkü bu mahkeme, Dündar–Gül olayında yürüyen bir davaya müdahalede bulunmaktadır. Yürüyen bir dava ile ilgili görüş beyan etmektedir. Hâlbuki Anayasa yürüyen bir davaya diğer organların müdahalesini men etmektedir.
Anayasa Mahkemesi bu yanı ile ele alınadursun, ilk derece mahkemeler de vahim bir hal ortaya koymaktadır. Paralel örgütten talimat alan yargı görevlilerinin 17–25 Aralık ve MİT tırlarının durdurulması gibi davalarda tavrı, korsan tahliye kararları aşikârdır.
Öte yandan belli bir ideolojinin ardından giden mahkeme üyelerinin devletçi tutumları, kararları ile önemli yatırımları ve satışları engellediği ortadadır. Bu örneklerin ve açıklamaların ardından cevaplanması gereken sualler ise ‘Biz doğal hukuku bu mahkemelerde mi arayacağız?’,
‘Biz doğal haklarımızın, –bırakın doğal haklarımızı– temel haklarımızın korunup kollanmasını bu yargı organlarından mı talep edeceğiz?’ dir. Bu suallere şu an olumlu yanıt vermek mümkün değildir. Ama felsefi olarak doğal hukuka yakın mer’i hukuk ile yargının daha haktan yana, mağdurdan yana karar alacağı iddia edilebilir.
Bu yönde yeni bir Anayasa ve hukuk reformunun zaruri olduğu şüphesizdir. Yeni anayasa ile mutlaka ve mutlaka yönetime dair maddelerin yanında yargı ile ilgili hükümler de şekillendirilmelidir.
[email protected]
Tabii mahkemeler bir yana normların da bireylerin mi yoksa devletin mi menfaatlerini koruyup kolladığı sorusu epeydir tartışılmaktadır. Bu anlamda teorik olarak doğal hukukun mer’i hukukta payının, rolünün ne olduğu temel suallerdendir.
Doğal hukuk dilenendir, ideal olandır. Mer’i hukuk ise uygulanandır, yürürlükte olandır. Doğal hukuka göre tabiatta bir hukuk vardır. Elbette bu hukuk, yapıntı değildir ve aranarak bulunmaktadır. Bu hukuk hayatın her alanına yön vermektedir, her normun temelindedir.
Stoacılar tarafından ele alınan, Marcus Tullius Cicero ve Aquinolu Thomas gibi Antik dönemin önde gelen isimleri tarafından Hobbes, Locke, Rousseau gibi fikir adamlarına emanet edilen doğal hukuk ilahi aklın ürünüdür. Tabii muhalif olup doğal hukuku bireyin tabiatı veya huyu ile irtibatlandıranlar da yok değildir.
Ama muhakkak ki bu hukuk, tüm toplumlar için geçerli olup doğal haklar ihtiva etmektedir. Doğal haklar yaşamı, özgürlüğü ve mutluluğu esas almaktadır.
Mer’i hukuk ise –modern hali– ile doğal hukuka yaraşır olma, doğal haklara yakın haklar koymayı hedeflemektedir. Bu çerçevede önemli örnekler ortadadır, ABD ve kimi Avrupa ülkeleri gibi. Burada Türkiye adına da umulan doğal hukuka dayanmaktır.
Onun için Türkiye mutlaka ve mutlaka siyasi veya sosyal atılımını, mali başarılarını bir hukuk reformu ile tamamlamalıdır. Hukuk reformu ile yargı organları mağdurların yanında ve ardında durmalıdır. Reform ile temel haklar korunmalıdır.
Reform ile bireyler devlete karşı emniyete alınmalıdır. Reform ile din, vicdan, ifade özgürlüğünün yanında siyasi, sosyal haklar doğal hukuka ve doğal haklara yakın kılınmalıdır.
Hali ile hukuk reformunun yargı ile ilgili, mahkemeler ile ilgili yönü mühimdir. Bir kere mutlaka ve mutlaka reform ile devamlı ertelenen, bir türlü görülemeyen davaların önü alınmalıdır. Reform ile yargı organlarının denetimi, şeffaflığı ve açıklığı temin edilmelidir.
Kuşku yok hukuk reformu, yargı bağımsızlığı derdine deva olmalıdır. Çünkü sosyal grupların da, siyasilerin de en çok şikâyet ettiği konuların başında yargı bağımsızlığı gelmektedir. Bu ilkeyi mahkeme üyelerine dışarıdan müdahale edilemeyişi, emir verilemeyişi karşılamaktadır.
Bir davada karar alıcının, birinin –siyasi olur veya şirket olur– talimatlarına kulak verme ya da birinin –yakın olur, akraba olur– telkinlerine uyma eğilimi önemli bir sorundur. Muhakkak sorun, hukuka ve mahkemelere güvene darbe vurmaktadır. Sorunun önünün etik ilkeler ile, ahlaki öneriler ile de alınamadığı aşikardır.
Yargı tarafsızlığı da yakınılan konuların başındadır. Bu ilkeyi, mahkeme üyelerinin davalı ve davacı taraflara karşı objektif veya nesnel tavrı ifade etmektedir. Yargının tarafsızlığı, bağımsızlığı ile yakın irtibatlıdır.
Bağımsızlığı tarafsızlığın varlığı değerli kılmaktadır. Maalesef mahkeme üyelerinin tarafsız davranmamaları hak ihlallerine neden olmaktadır, yeni mağdurlar üretmektedir. Böyle bir ortamda mahkemelere müracaat eğilimi gerilemektedir ve yargıya umut bağlanmamaktadır.
Türkiye‘nin hukuki manada belki de en önemli derdi yargı bağımsızlığı ve yargı tarafsızlığıdır. Bu çerçevede yakın siyasi tarihten örnekler vermek mümkündür.
28 Şubat döneminde fikirlerinden ötürü idama mahkûm edilen Salih Mirzabeyoğlu ve 14 yaşında zindana atılan Yakup Köse ile okuduğu şiirden ötürü hüküm giyen Recep Tayyip Erdoğan akla gelen ilk örneklerdendir.
Yine bir ara iktidara talip olan RP ve ardılı FP’nin yöneticilerinin beyanlarına dayanılarak kapatılması halen belleklerdedir. 28 Şubat döneminde hukuksuz şekilde memuriyetten ve okullarından atılanları da unutmak mümkün değildir.
Hukuk normları, yargı kararları siyasi ortam ile yakından ilgilidir. Fırtınalı ortamlarda mahkemelerde siyasi, yanlı kararlar alındığı görülmektedir. AK Parti iktidarı ile fırtınanın bir miktar dindiği ama suların durulmadığı bilinmektedir.
Burada ağırlıklı olarak kararları ile tartışılan kurum ise Anayasa Mahkemesi’dir. 367 bunalımında mahkemenin hukuki değil de siyasi karar verdiği, darbecilerden yana tavır aldığı hatırlardadır.
Yine 411 vekil tarafından kılık kıyafet özgürlüğü adına yenilenen anayasa maddelerini usulden ele alması gerekirken esasa giren; gazete gipürlerinin kanıt olarak ortaya konduğu kapatma davasında AK Parti aleyhine karar veren Anayasa Mahkemesi’nin hudutlarını aştığını anlamamak elde değildir. İlaveten bireysel başvuru hakkının söz konusu mahkeme tarafından yanlış yorumlandığı açıktır.
Bu haktan faydalanma şarta bağlıdır. Şart, hakkı ihlal edilen başvurucunun sorunun halli için kendine tanınan bütün imkânlardan yararlanması, bütün mercilere müracaat etmesidir. İşte böyle sarih bir maddeye rağmen Anayasa Mahkemesi’nin yeniden hududunu aştığı görülmektedir.
Yer yer tartışmalı kararlar veren, MİT tırlarının durdurulma ve aranma görüntülerini yayınlayıp vatana ihanetten yargılanan Can Dündar ile Erdem Gül’ün tahliyelerini talep eden bu mahkemeye karşı güven giderek erimektedir.
Çünkü bu mahkeme, Dündar–Gül olayında yürüyen bir davaya müdahalede bulunmaktadır. Yürüyen bir dava ile ilgili görüş beyan etmektedir. Hâlbuki Anayasa yürüyen bir davaya diğer organların müdahalesini men etmektedir.
Anayasa Mahkemesi bu yanı ile ele alınadursun, ilk derece mahkemeler de vahim bir hal ortaya koymaktadır. Paralel örgütten talimat alan yargı görevlilerinin 17–25 Aralık ve MİT tırlarının durdurulması gibi davalarda tavrı, korsan tahliye kararları aşikârdır.
Öte yandan belli bir ideolojinin ardından giden mahkeme üyelerinin devletçi tutumları, kararları ile önemli yatırımları ve satışları engellediği ortadadır. Bu örneklerin ve açıklamaların ardından cevaplanması gereken sualler ise ‘Biz doğal hukuku bu mahkemelerde mi arayacağız?’,
‘Biz doğal haklarımızın, –bırakın doğal haklarımızı– temel haklarımızın korunup kollanmasını bu yargı organlarından mı talep edeceğiz?’ dir. Bu suallere şu an olumlu yanıt vermek mümkün değildir. Ama felsefi olarak doğal hukuka yakın mer’i hukuk ile yargının daha haktan yana, mağdurdan yana karar alacağı iddia edilebilir.
Bu yönde yeni bir Anayasa ve hukuk reformunun zaruri olduğu şüphesizdir. Yeni anayasa ile mutlaka ve mutlaka yönetime dair maddelerin yanında yargı ile ilgili hükümler de şekillendirilmelidir.
[email protected]