Köşe Yazısı Güncelleme Tarihi: 20 Nis 2016 15:31
Yeniden Çözüm Süreci’nden söz ediliyor, tamam da kiminle?
Terör eylemlerinin, ölümlerin önünü alma adına kimler ile diyaloğa girileceği kuşku yok önemli. Önemli çünkü diyaloğun taraflarının içten olmaları ve hem birbirlerine hem de topluma güven telkin etmeleri gerekiyor.
Tabii bu diyaloğun ne şekilde yürüyeceği –açık mı veya kapalı mı–, hangi felsefeye dayanacağı, taleplerin ve vaatlerin ne olacağı toplumun tamamınca merak edilen konulardan.
Bu konular açıklığa kavuşmalı. Silahlara veda adına diyaloğun tarafları, konuları ve hedefleri elbette mühim. Neden mühim? E, kötü deneyimler ortada.
Her birimizin malumu Türkiye terörden çok çekti. Terör eylemleri on binlerin hayatına mal olduğu gibi ekonomiye de büyük darbe vurdu. PKK ile mücadele döneminde yüz milyarlarca dolar buhar oldu.
Türkiye’nin savunma gideri on milyar dolarları aştı. Bu giderin önemli bölümü terör ile mücadeleye gitti. Hali ile terörün vurduğu bölgelere yatırım yapılamadığı gibi, yerli ve yabancı akını durdu.
Hali ile korku ortamında eğitim alamayan bölge halkı sosyal olarak geride kaldı. Tabii devlete öfke, terör örgütüne ilgi arttı. Bu da dinamik ve devamlı bir savaşa neden oldu.
İnkâr etmemek gerek, terör olaylarını önleme adına devlet yer yer belli yöntemlere başvurdu. Bu yöntemler ile bir yandan güvenli ortam, şehit haberlerini önleme temel alındı öte yandan kalkınma ve refahı arttırma hedeflendi. Ama bu yöntemlere ve yöntemlerin uygulanmasına terör örgütü izin vermedi.
Burada yöntemleri ve karşı tavırları yeniden ele almakta yarar var. Devlet, Kürtlerin sorunlarına AK Parti döneminde önemle eğildi. Bu dönemde ilk olarak OHAL kaldırıldı, ardından yakalanma ve tutulma usulleri çokça tartışılan DEP’lilerin tahliyeleri geldi.
2005’te icranın başında bulunan Tayyip Erdoğan, Kürt sorununun milletin bir bölümünün değil de tamamının sorunu olduğunu vurguladı ve açılım sinyali verdi. Bu sinyal icraatlar ile anlamlı kılınmalı idi. Ama bir türlü durulmayan siyasi ortam icraatlara mani oldu.
Teori tamam idi, sıra uygulamada idi. Uygulama, 2009 itibari ile başladı ve Kürt Açılımı hayat buldu. Açılımı anlatma adına sosyal ve siyasal gruplar ile diyaloğa girildi. Bu dilimde PKK sözde anlaşmadan ve barıştan yana göründü.
Lakin ardından Mahmur ve Kandil’den Türkiye’ye gelip de güvenlik görevlilerinin müdahaleleri ile karşılaşmayan PKK üyeleri için büyük törenler tertip edilmesi Kürt Açılımı’na darbe vurdu.
Bu kötü deneyim, yeni bir anlayışı gerekli kıldı. Kürt Açılımı, Demokratik Açılım olarak anılmaya başladı. Felsefe ise özgürlüğü arttırma, haklara eğilme olarak ilan edildi.
Evet o aralar mahkemece terör örgütü ile irtibatına dayanılarak DTP hakkında kapatma kararı alınsa da, bölücü başı Abdullah Öcalan’ın avukatları tahrik edici açıklamalarda bulunsa da Kürt toplumunun hukukunu koruma adına reformlara yönelindi.
Bu çerçevede tutuk evlerinde Kürtçe gibi ayrı dillerde ve lehçelerde görüşmelerde bulunulması, TV kanallarının ayrı dil ve lehçelerde yayın yapması, enstitüde ayrı dil ve lehçelerde eğitim verilmesi kararı alındı. Yol kontrolleri ve yayla sınırlamasının minimuma indirilmesi adına valiliklere talimat gönderildi.
Tabii Erdoğan da boş durmadı, Demokratik Açılım’ı ülkenin tamamına anlatma gayretine girdi. Erdoğan, aydınlara açılımın konusunu ve hedefini anlattı.
Ama gerek bölücü başı Öcalan’ın gerek DTP’nin ardılı BDP’nin yöneticilerinin toplumu tahrik eden beyanları gerek PKK’nın askeri ve polisi hedef alan saldırıları bu gayretleri dinamitledi.
Hakikaten Kürt sorununu aşma adına çok şey yapıldı. Kürt halkına dil ve kültür ile ilgili hakları verildi, siyasi alanda kendini ifade etme imkânı sunuldu. Kürtçe propaganda ve savunma hakkına imkân verildi.
Bu hamleler halkın devlete bağlılığını arttırdı. Ama önemli olan sorunlu grupları yani eli silahlı grupları ülke dışına atmak, PKK militanlarını dağdan indirmekti.
Bu çerçevede İRA ve ETA örneğinden yararlanılarak PKK yöneticileri ile, Öcalan ile bir araya gelindi. MİT görevlileri yer yer Oslo’ya ve yer yer İmralı’ya giderek terörü önlemeyi amaçladı.
Görüşmeler meyve verdi ve PKK 8 Mayıs’ta bütün silahlı güçlerini Irak'a çekeceğini duyurdu.
Çözüm Süreci olarak anılan görüşmeleri topluma anlatmak kolay değildi. Bu nedenle Akil Adamlar heyeti devreye alındı. Heyet, Anadolu’da temaslarda bulundu ve bir rapor ortaya koydu.
Sonra Erdoğan, bir paket açıkladı. Pakette eski köy isimlerinin verilmesi, x,w,q harflerinin kullanımı gibi maddelere yer verildi. Buna uyumlu olarak belediyelere Kürtçe tabelalar asıldı, Kürdistan adı ile parti açıldı.
Silahların susması ile şehit haberleri gelmediği gibi Güneydoğu kalkınmaya başladı. Bölgenin ihracatı ve turist sayısı arttı. Lakin Kandil’den gelen açıklamalar ve terör örgütü yandaşlarının belli eylemleri Çözüm Süreci’ni baltaladı.
Lice'de bir PKK’lı adına dikilen heykel, HDP’lilerin tahrikleri ve Selahattin Demirtaş’ın daveti ile 50 hayata mal olan Kobani eylemleri bardağı taşırdı.
Elbette burada Suriye’de büyüyen savaşı da unutmamak gerekiyor. Savaş PKK’nın stratejilerini yeniden ele almasına neden oldu. PYD-YPG güçlerinin Suriye’nin belli bölgelerinde kuvvet kullanarak kantonlaşmaya gitmesi Kandil’i –belki de İmralı’yı– iştahlandırdı.
Bu çevreler HDP’nin 7 Haziran seçimlerinden iyi bir oy alarak yüzde 10 barajını aşmasını ve bir koalisyon ihtimali belirmemesini kantonlaşmayı Türkiye’ye yayma adına bir imkân olarak gördü. Bir yandan Cemil Bayık’ın diğer yandan Duran Kalkan’ın talimatı ile PKK silaha sarıldı ve Çözüm Süreci rafa kalktı.
Yeniden başlayan terör olayları ile örgütün Çözüm Süreci’nden yararlanarak patlayıcı ve mühimmat depoladığı anlaşıldı. Olaylar ile örgütün devletçe terk edilen alanları doldurduğu anlaşıldı.
Olaylar ile terör örgütünün halkı sözde vergiler ve sözde mahkemeler ile kontrolüne alma gayretine girdiği belirlendi. Yani bu durumdan o dönem bölgede görev yapan Paralel Yapı’ya hizmet eden emniyet müdürleri ve askerler de sorumlu.
Olaylar ile PKK’nın asker ile polislerin yanı sıra çocukları öldürdüğü, camilere ve okullara roketatarlar ile saldırdığı görüldü. Olaylar ile Türkiyelileşme iddiaları ile oy talep eden HDP’nin ve eline bağlama verilerek, şirin çocuk olarak sunulan Selahattin Demirtaş’ın Kandil’e maşalık yaptığı görüldü.
Bilanço Türkiye’nin zararına oldu, Güneydoğu savaş alanına döndü. Halkın evini barkını terk etme durumunda kaldı. Bakkalı, manavı gelirinden oldu ve dükkânlarının kepenklerini indirdi.
Kuşku yok Türkiye terörün en büyük mağdurlarından biri. Ülkenin hem siyasi ve sosyal hem ekonomik ilerlemesine darbe vuran terör eylemlerinin önü iyi niyetli girişimlere rağmen bir türlü alınamadı. Devlet tarafından, sosyal gruplar tarafından atılan her adım terör örgütü PKK ile terör örgütünün yanında yer alan HDP ve DBP gibi siyasi yapılar tarafından önlendi.
Muhakkak ki daha evvel tanınmayan, görünmeyen Kürtlere AK Parti döneminde önem verildi. Bu grupların hak ve hukuk ile ilgili sorunlarına AK Parti döneminde çare arandı. Ancak verilen önem, aranan çareler Kürt halkı namına siyaset yaptığını iddia eden PKK ile HDP ve DBP engeli ile karşılaştı.
Ölüm ve şehit haberlerinin, zararların ardından PKK ile HDP ve DBP çevreleri hiçbir şey olmamış gibi Çözüm Süreci’ne dönülmesini talep etti. Lakin bu, devleti ve ülkeyi yönetenlerin –en mühimi halkın– aklı ile alay etmek değil de nedir?
Deneyimler ortada iken, görüşmelerin ve anlaşmaların örgüt tarafından istismarı ve ihlali aşikâr iken aynı yöntemler neden denensin? Çözüm Süreci’ni istismar eden, sözlerini tutmayan tarafa neden tekrar güvenilsin?
Bu sualler anlamlı ve cevabı ne olur bilinmez. Ama Çözüm Süreci –adı Çözüm Süreci mi olur bilinmez- özgün bir felsefeye oturtulmalıdır, muhataplar yenilenmelidir. Bölgede güvenlik mutlaka ve mutlaka temin edilmelidir. Şehirlerde, caddelerde, mahallelerde hatta köylerde bir tane dahi terör örgütü militanı kalmamalıdır.
PKK ile HDP ve DBP çevrelerine değil de doğrudan topluma hitap edilmelidir. Toplumun önemli öğeleri olan sosyal ve dini gruplar ile diyaloga girilmelidir. Aşiretler ve tarikatlardan gelen sosyal, siyasi haklar ile ilgili taleplere kulak verilmelidir. Yine eğitim oranı arttırılmalı, ekonomik ilerlemeye değinilmelidir.
Yani yeniden bir Çözüm Süreci için mutlaka ve mutlaka kayıtsız şartsız halkın güvenliğinin temini ve yeni muhataplara yönelinmesi gerekliliği ortadadır.
Tabii bu diyaloğun ne şekilde yürüyeceği –açık mı veya kapalı mı–, hangi felsefeye dayanacağı, taleplerin ve vaatlerin ne olacağı toplumun tamamınca merak edilen konulardan.
Bu konular açıklığa kavuşmalı. Silahlara veda adına diyaloğun tarafları, konuları ve hedefleri elbette mühim. Neden mühim? E, kötü deneyimler ortada.
Her birimizin malumu Türkiye terörden çok çekti. Terör eylemleri on binlerin hayatına mal olduğu gibi ekonomiye de büyük darbe vurdu. PKK ile mücadele döneminde yüz milyarlarca dolar buhar oldu.
Türkiye’nin savunma gideri on milyar dolarları aştı. Bu giderin önemli bölümü terör ile mücadeleye gitti. Hali ile terörün vurduğu bölgelere yatırım yapılamadığı gibi, yerli ve yabancı akını durdu.
Hali ile korku ortamında eğitim alamayan bölge halkı sosyal olarak geride kaldı. Tabii devlete öfke, terör örgütüne ilgi arttı. Bu da dinamik ve devamlı bir savaşa neden oldu.
İnkâr etmemek gerek, terör olaylarını önleme adına devlet yer yer belli yöntemlere başvurdu. Bu yöntemler ile bir yandan güvenli ortam, şehit haberlerini önleme temel alındı öte yandan kalkınma ve refahı arttırma hedeflendi. Ama bu yöntemlere ve yöntemlerin uygulanmasına terör örgütü izin vermedi.
Burada yöntemleri ve karşı tavırları yeniden ele almakta yarar var. Devlet, Kürtlerin sorunlarına AK Parti döneminde önemle eğildi. Bu dönemde ilk olarak OHAL kaldırıldı, ardından yakalanma ve tutulma usulleri çokça tartışılan DEP’lilerin tahliyeleri geldi.
2005’te icranın başında bulunan Tayyip Erdoğan, Kürt sorununun milletin bir bölümünün değil de tamamının sorunu olduğunu vurguladı ve açılım sinyali verdi. Bu sinyal icraatlar ile anlamlı kılınmalı idi. Ama bir türlü durulmayan siyasi ortam icraatlara mani oldu.
Teori tamam idi, sıra uygulamada idi. Uygulama, 2009 itibari ile başladı ve Kürt Açılımı hayat buldu. Açılımı anlatma adına sosyal ve siyasal gruplar ile diyaloğa girildi. Bu dilimde PKK sözde anlaşmadan ve barıştan yana göründü.
Lakin ardından Mahmur ve Kandil’den Türkiye’ye gelip de güvenlik görevlilerinin müdahaleleri ile karşılaşmayan PKK üyeleri için büyük törenler tertip edilmesi Kürt Açılımı’na darbe vurdu.
Bu kötü deneyim, yeni bir anlayışı gerekli kıldı. Kürt Açılımı, Demokratik Açılım olarak anılmaya başladı. Felsefe ise özgürlüğü arttırma, haklara eğilme olarak ilan edildi.
Evet o aralar mahkemece terör örgütü ile irtibatına dayanılarak DTP hakkında kapatma kararı alınsa da, bölücü başı Abdullah Öcalan’ın avukatları tahrik edici açıklamalarda bulunsa da Kürt toplumunun hukukunu koruma adına reformlara yönelindi.
Bu çerçevede tutuk evlerinde Kürtçe gibi ayrı dillerde ve lehçelerde görüşmelerde bulunulması, TV kanallarının ayrı dil ve lehçelerde yayın yapması, enstitüde ayrı dil ve lehçelerde eğitim verilmesi kararı alındı. Yol kontrolleri ve yayla sınırlamasının minimuma indirilmesi adına valiliklere talimat gönderildi.
Tabii Erdoğan da boş durmadı, Demokratik Açılım’ı ülkenin tamamına anlatma gayretine girdi. Erdoğan, aydınlara açılımın konusunu ve hedefini anlattı.
Ama gerek bölücü başı Öcalan’ın gerek DTP’nin ardılı BDP’nin yöneticilerinin toplumu tahrik eden beyanları gerek PKK’nın askeri ve polisi hedef alan saldırıları bu gayretleri dinamitledi.
Hakikaten Kürt sorununu aşma adına çok şey yapıldı. Kürt halkına dil ve kültür ile ilgili hakları verildi, siyasi alanda kendini ifade etme imkânı sunuldu. Kürtçe propaganda ve savunma hakkına imkân verildi.
Bu hamleler halkın devlete bağlılığını arttırdı. Ama önemli olan sorunlu grupları yani eli silahlı grupları ülke dışına atmak, PKK militanlarını dağdan indirmekti.
Bu çerçevede İRA ve ETA örneğinden yararlanılarak PKK yöneticileri ile, Öcalan ile bir araya gelindi. MİT görevlileri yer yer Oslo’ya ve yer yer İmralı’ya giderek terörü önlemeyi amaçladı.
Görüşmeler meyve verdi ve PKK 8 Mayıs’ta bütün silahlı güçlerini Irak'a çekeceğini duyurdu.
Çözüm Süreci olarak anılan görüşmeleri topluma anlatmak kolay değildi. Bu nedenle Akil Adamlar heyeti devreye alındı. Heyet, Anadolu’da temaslarda bulundu ve bir rapor ortaya koydu.
Sonra Erdoğan, bir paket açıkladı. Pakette eski köy isimlerinin verilmesi, x,w,q harflerinin kullanımı gibi maddelere yer verildi. Buna uyumlu olarak belediyelere Kürtçe tabelalar asıldı, Kürdistan adı ile parti açıldı.
Silahların susması ile şehit haberleri gelmediği gibi Güneydoğu kalkınmaya başladı. Bölgenin ihracatı ve turist sayısı arttı. Lakin Kandil’den gelen açıklamalar ve terör örgütü yandaşlarının belli eylemleri Çözüm Süreci’ni baltaladı.
Lice'de bir PKK’lı adına dikilen heykel, HDP’lilerin tahrikleri ve Selahattin Demirtaş’ın daveti ile 50 hayata mal olan Kobani eylemleri bardağı taşırdı.
Elbette burada Suriye’de büyüyen savaşı da unutmamak gerekiyor. Savaş PKK’nın stratejilerini yeniden ele almasına neden oldu. PYD-YPG güçlerinin Suriye’nin belli bölgelerinde kuvvet kullanarak kantonlaşmaya gitmesi Kandil’i –belki de İmralı’yı– iştahlandırdı.
Bu çevreler HDP’nin 7 Haziran seçimlerinden iyi bir oy alarak yüzde 10 barajını aşmasını ve bir koalisyon ihtimali belirmemesini kantonlaşmayı Türkiye’ye yayma adına bir imkân olarak gördü. Bir yandan Cemil Bayık’ın diğer yandan Duran Kalkan’ın talimatı ile PKK silaha sarıldı ve Çözüm Süreci rafa kalktı.
Yeniden başlayan terör olayları ile örgütün Çözüm Süreci’nden yararlanarak patlayıcı ve mühimmat depoladığı anlaşıldı. Olaylar ile örgütün devletçe terk edilen alanları doldurduğu anlaşıldı.
Olaylar ile terör örgütünün halkı sözde vergiler ve sözde mahkemeler ile kontrolüne alma gayretine girdiği belirlendi. Yani bu durumdan o dönem bölgede görev yapan Paralel Yapı’ya hizmet eden emniyet müdürleri ve askerler de sorumlu.
Olaylar ile PKK’nın asker ile polislerin yanı sıra çocukları öldürdüğü, camilere ve okullara roketatarlar ile saldırdığı görüldü. Olaylar ile Türkiyelileşme iddiaları ile oy talep eden HDP’nin ve eline bağlama verilerek, şirin çocuk olarak sunulan Selahattin Demirtaş’ın Kandil’e maşalık yaptığı görüldü.
Bilanço Türkiye’nin zararına oldu, Güneydoğu savaş alanına döndü. Halkın evini barkını terk etme durumunda kaldı. Bakkalı, manavı gelirinden oldu ve dükkânlarının kepenklerini indirdi.
Kuşku yok Türkiye terörün en büyük mağdurlarından biri. Ülkenin hem siyasi ve sosyal hem ekonomik ilerlemesine darbe vuran terör eylemlerinin önü iyi niyetli girişimlere rağmen bir türlü alınamadı. Devlet tarafından, sosyal gruplar tarafından atılan her adım terör örgütü PKK ile terör örgütünün yanında yer alan HDP ve DBP gibi siyasi yapılar tarafından önlendi.
Muhakkak ki daha evvel tanınmayan, görünmeyen Kürtlere AK Parti döneminde önem verildi. Bu grupların hak ve hukuk ile ilgili sorunlarına AK Parti döneminde çare arandı. Ancak verilen önem, aranan çareler Kürt halkı namına siyaset yaptığını iddia eden PKK ile HDP ve DBP engeli ile karşılaştı.
Ölüm ve şehit haberlerinin, zararların ardından PKK ile HDP ve DBP çevreleri hiçbir şey olmamış gibi Çözüm Süreci’ne dönülmesini talep etti. Lakin bu, devleti ve ülkeyi yönetenlerin –en mühimi halkın– aklı ile alay etmek değil de nedir?
Deneyimler ortada iken, görüşmelerin ve anlaşmaların örgüt tarafından istismarı ve ihlali aşikâr iken aynı yöntemler neden denensin? Çözüm Süreci’ni istismar eden, sözlerini tutmayan tarafa neden tekrar güvenilsin?
Bu sualler anlamlı ve cevabı ne olur bilinmez. Ama Çözüm Süreci –adı Çözüm Süreci mi olur bilinmez- özgün bir felsefeye oturtulmalıdır, muhataplar yenilenmelidir. Bölgede güvenlik mutlaka ve mutlaka temin edilmelidir. Şehirlerde, caddelerde, mahallelerde hatta köylerde bir tane dahi terör örgütü militanı kalmamalıdır.
PKK ile HDP ve DBP çevrelerine değil de doğrudan topluma hitap edilmelidir. Toplumun önemli öğeleri olan sosyal ve dini gruplar ile diyaloga girilmelidir. Aşiretler ve tarikatlardan gelen sosyal, siyasi haklar ile ilgili taleplere kulak verilmelidir. Yine eğitim oranı arttırılmalı, ekonomik ilerlemeye değinilmelidir.
Yani yeniden bir Çözüm Süreci için mutlaka ve mutlaka kayıtsız şartsız halkın güvenliğinin temini ve yeni muhataplara yönelinmesi gerekliliği ortadadır.